“Allah’ın evine bakıyordu Sinan. O güne kadar yaptığı en
muhteşem yapıya. Şehrin simasını değiştirecek olan ilahi simaya. Akıl gönülle
buluşmuş, emek inançla yoğrulmuş, pergel şiire yaslanmış, şehrin çehresi bir
kez daha değişmişti işte. Mermer ipek ipek dokunmuş, demir çentik çentik
yontulmuş, tahta oya oya işlenmişti. Nasıl ki Süleyman Peygamber cinlere söz
geçirdiyse, ne kadar nesne varsa toprağın üstünde ve atında, hepsi de boyun
eğmişti Kanuni Sultan Süleyman’ın Başmimarı Sinan’a.”
Ahmet Ümit İstanbul Hatırısı’nda böyle anlatır Sinan’ı ve Süleymaniye’yi. Bu güzel betimleme bütün incelikleriyle aslında Süleymaniye’yi anlatıyor ve bana anlatacak pek bir şey kalmıyor. Yüzyıllardır ayakta duran bu şehrin yapılış hikayesini ve bugün ki durumunu anlatmak düşüyor bana. Burayı tek başına cami olarak ele almak istemiyorum. Çünkü cami yapılırken beraberinde çevresinde bir şehir kurulmuş.
Kanuni Sultan Süleyman kendi adını taşıyan bir ibadethane
yapılmasını istemiş ve Mimar Sinan’ın hazırladığı planı beğenmiş. Böylece 1550 yılının
Haziran ayında temeli atılmış caminin. Temelin inşaatı 3 yıl sürmüş. Ardından
bir yıl süre ile temelin oturması ve sağlamlaşması için inşaat durdurulmuş. Bir
yıl beklemenin ardından inşaatına tekrar başlanan camii 1557 yılında
tamamlanmış.
Caminin içi 69*63 metrelik bir alanı kaplar. 138
pencereden içeri giren ışıkla cami aydınlanmaktadır. Ana
kubbenin önünde ve arkasında iki tane yarım kubbe yer alır. Ana kubbenin yüksekliği
47 metre çapı ise 26 metredir. Ana kubbe 4 ana sütun üzerine yerleştirilmiştir.
Bu sütunlardan biri İskenderiye’den, biri Lübnan’da bulunan Baalbek
Harabesi’nden, biri Saray-ı Amire civarından ve dördüncüsü de Kıztaşı
Mahallesi’nden alınmıştır. 4 minaresi olan caminin toplamda 10 şerefesi
bulunmaktadır. Şerefeler camiye yakın olan uzun minarelerde üçer, diğer
ikisinde ise ikişer tane olarak yer almaktadır. Uzaktan bakıldığında minareler
arasındaki bu oran gökyüzüne yükselen bir merdiveni andırmaktadır. Bu 4 minare
Kanuni’nin İstanbul’daki 4. Padişah ve 10 şerefede Osmanlının 10. Padişahı
olduğunu anlatmaktadır. Caminin iç avlusuna 3 kapıdan girilmektedir. Camiye ise
5 kapıdan girilir. Biri iç avluya açılan mermer, muhteşem görünüşlü cümle
kapısıdır. Cümle kapısı şu anda kapalı tutulmaktadır. Diğer kapılardan ikisi
kuzeye diğer ikisi güneye açılır.
Cami alışılmış tarihi ibadethanelerin tersine uzunlamasına
değil enine bir yapıdır. Buda ana kubbenin yan taraflarına konulan büyüklükleri
birbirinden farklı olan dörder tam kubbe ile sağlanmıştır. Ayasofya’da ise
dörder çapraz tonozla kubbe desteklenmiştir. Bu da Süleymaniye’yi mimari açıdan
değerli kılan bir özelliktir.
Caminin restorasyonu gerçekleştirilirken kubbede akustiği sağlamak için konulmuş 256 adet küp bulunmuştur. Aynı şekilde zemine de sesin yayılmasını sağlamak için tuğlalarla boşluklar bırakılmıştır.
Bu eserin mimarı Mimar Sinan olunca içinde bir çok sır barındırıyor ve biz bunları zaman geçtikçe öğreniyoruz. Bunlardan yakın zamanda öğrendiğimiz sırrı ile inşaat süresince yaşanan olayları anlatmaya başlayabilirim.
Caminin ana kubbesi 4 ana sütun üzerinde yer almaktadır. Bu
sütunlar arasındaki kemerler kubbeyi ayakta tutar ve kemerlerin ortalarında
bulunan kilit taşları en önemli noktadır. Zamanla aşınan bu taşlar restorasyon
sırasında değiştirilmek istenmiş. Ancak bunun nasıl yapılacağı bilinmiyormuş.
Bu sırada kemerleri inceleyen bir mühendis bir bölme içinde bir kağıt parçası
bulmuş. Mimar Sinan imzalı olan bu kağıt sayesinde kilit taşları değiştirilmiş.
Kağıt şu anda Topkapı Sarayı’nda saklanıyormuş. Daha yeni olan bu hikayenin
gerçekliğini önümüzdeki günlerde öğreniriz. Ama efsanede olsa bu tür yapıların
üzerinde her zaman bir gizem örtüsü vardır ve bunlar ile yaşarlar. Yapılışlarının
her aşaması da bir hikayedir bu yüzden yapıların.
Süleymaniye’nin akustiğinin nasıl sağlandığından
bahsetmiştik. Bunun ayrı bir hikayesi vardır Mimar Sinan ve Kanuni Sultan
Süleyman arasında. Bu kadar büyük bir inşaatın mimarı her zaman göz önündedir
ve her yaptığı padişaha anlatılırdı. Aynı şekilde bir gün Mimar Sinan’ın mihrapta
nargile içtiği Kanuni’ye söylenir. Bu harekete sinirlenen padişah hemen cami
inşaatına gelir ve gerçekten Mimar Sinan’ı nargile içerken görür. Hemen
“Mimarbaşı camide nargile içilir mi, nedir bunun hikmeti? ” diye sorar. Koca
Sinan şöyle cevap verir : “Sultanım dikkat edin nargilemde tömbeki yoktur.
İçtiğim sadece sudur. Suyun fokurdamasından çıkan sesin cami içerisinde nasıl
yayıldığını kontrol ediyorum. Bu şekilde yarın burada Hoca’nın sesi caminin her
tarafında eşit olarak duyulacaktır. İşte ben bu akustiği kontrol ediyorum.”
diye cevap verir.
Bu kadar ile kalmaz inşaat ile ilgili olan dedikodular. Bütün İslam ülkelerinde de bu inşaat heyecanla takip edilmektedir çünkü. Temel inşaatı tamamlandıktan sonra inşaata bir yıl ara verilmesinin ekonomik nedenlerden dolayı olduğu söylentisini duyan ve Osmanlı ile her konuda yarış içinde İran Şahı Tahmasb, bunu fırsat bilip Kanuni’yi küçük düşürmek için bir sandık dolusu mücevher göndermiş. Bu duruma çok sinirlenen Sultan gerekli cevabın verilmesini mimarbaşından istemiş. Mimar Sinan’da İran elçisinin önünde mücevherleri toz haline getirttikten sonra cami inşaatının harcına katıvermiş. Belki de bu yüzden minarelerden bir tanesi “Cevahir” minaresi olarak anılır. Hatta bu minarenin bu yüzden ilk zamanlarda sürekli parladığı ama sıcaklardan etkilenerek daha sonra bu parlaklığını kaybettiği söylenir Evliya Çelebi tarafından. Bu gün siz de bu hikayenin gizemi ile baktığınızda bu parlaklığı görebilirsiniz!
Herkes tarafından takip edilen bir inşaatı sürdürmek çok
zordur o dönemde. İnşaatın temelinin atılalı neredeyse 7 sene olmuş ve inşaat
henüz tamamlanmamıştır. Kanuni’de yaşı ilerlediği için bir an önce inşaatın
tamamlanmasını beklemektedir. Sinan’ı çekemeyenlerde mimarın ihmalkarlığından
bahsetmeye başlamışlar. Bu yüzden Kanuni bir gün çok fazla meraklanıp inşaata
gidip Mimarbaşını görmek istemiştir. Sinan’a seslenerek “ Neden benim camim ile
ilgilenmeyip başka işlerle uğraşırsın. Büyük dedem Mehmet Han’ın mimarının
başına gelenler sana örnek olmaz mı? Bu inşaatı ne kadar sürede bitirirsin
çabuk söyle bana!” Koca Sinan şaşırmış ama sakince cevap vermiş: “İnşallah iki
ayda tamam olur Padişahım.”
Bu kadar kısa sürede bitirileceğine tabi ki kimse inanamaz.
Kanuni’de Fatih’in anlık siniriyle mimarına verdiği cezayı vermek istemez Mimar
Sinan’a ama oda anlık hırsına yenik düşmüştür işte o anda. Zaten Mimar Sinan’da
söylediği zamanda tamamlar inşaatı. Mimarbaşına hayran kalan Kanuni Sultan
Süleyman’da “Gel Mimarbaşı, bu anahtar senindir. Bina eylediğin Allah’ın evini,
gönül temizliği ile yine senin açman gerekir.” demiştir.
Fatih Sultan Mehmet ne yapmıştır peki Mimarbaşına? Kendi adını taşıyan Fatih Camisinin kubbesi Ayasofya’yı geçmedi diye hırsına yenik düşmüş ve Mimarı Atik Ali (Sinan) Paşa’nın kolunu kestirmiştir.
Fatih Sultan Mehmet ne yapmıştır peki Mimarbaşına? Kendi adını taşıyan Fatih Camisinin kubbesi Ayasofya’yı geçmedi diye hırsına yenik düşmüş ve Mimarı Atik Ali (Sinan) Paşa’nın kolunu kestirmiştir.
İşi zordur Koca Sinan’ın cihan padişahı Kanuni Sultan
Süleyman’ın adını taşıyan bir cami
yapmaktadır. Ama oda her şeyi en ince ayrıntısına kadar hesaplayan Mimar
Sinan’dır. İs odası bu hesaplardan bir tanesidir. O dönemde Süleymaniye 275
kandille aydınlatılıyordu. Sinan kandillerden çıkan isler camiye zarar vermesin
diye hava koridorları yaptı ve bu koridorları yaptığı küçük bir odada topladı.
Ayrıca bu odaya özel bir nemlendirme sistemi kuruldu ve dönemim en kaliteli
mürekkepleri burada damıtıldı. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki el yazması olan kitaplar
bu mürekkep ile yazıldı. Caminin içerisindeki yazılar ve süslemeler bu mürekkep
ile düzeltildi.
Süleymaniye, sadece Sinan’ın büyük eseriyle değil;
medreseleri, mezarlıkları, dükkanları ve ahşap konakları gibi bir çok eseriyle
bir şehirdir. Mimar Sinan’ın şehri. İstanbul’da Haliç kıyısında bulunan ve
Boğaziçi’nden bakıldığında görünüşüyle bizleri etkileyen bir şehir olarak halen
ayakta duruyor.
Her geçen gün mimari ve mühendislik özelliklerinden biri
daha keşfedilen muhteşem Süleymaniye, bütün bir semti şekillendirmiştir.
Süleymaniye gerek kültürel ve ekonomik işlevleriyle, gerekse sanat ve politik
gücün birleşimini temsil etmesiyle, Türkiye için önemli bir geçmişi
hatırlatmaktadır.
Büyük bir hayal ürünüdür ve “tek kütleli mabet” örneğidir
Süleymaniye. Bu büyük mimarın mezarı nerededir acaba? Mimar Sinan Türbesi Ağa
Kapısı’nın karşısındaki köşe başındadır. Ağa Kapısı eskiden yeniçeri
komutanlarının oturduğu bir çeşit Harbiye Nezaretidir. Şu anda İstanbul
Müftülüğü ve İstanbul Botanik Bahçesi olarak kullanılmaktadır. Şimdi ise
gidince bir daha gitmek isteyeceğiniz Haliç manzaralı bir güzel mekanın ismidir
Ağa Kapısı.
Mimar Sinan türbesi bu köşe başında bulunan küçük üçgen bir
yapıdır. Burası bir sebil ve türbeden meydana gelmektedir. Mimar Sinan’ın
mezarı türbenin sağ tarafında demir parmaklı bir pencere arkasından bütün
sadeliği ile gözükmektedir. Sanki imparatorluğun dört bir tarafını donatan
mimarbaşı o değilmiş gibi…
Kaynaklar:
-Şehir ve Kültür: İstanbul- T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı
İstanbul Kültür ve Turizm İl Müdürlüğü- Eylül 2010
-Ahmet Ümit “İstanbul Hatırası” Everest Yayınları-1. Basım
Haziran 2010
-Popüler Tarih Dergisi- Temmuz 2005
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder