23 Ekim 2011 Pazar

İstanbul Oyuncak Müzesi


Haydarpaşa İstasyonu’ndan bindiğim banliyö treni sanki bir zaman makinesi. İstasyonun tarihi yapısı ne kadar beni etkilemiş olsa da bu gün ne Haydarpaşa’dan ne de onun hikayesinden bahsedeceğim.  Bu istasyon ve bu tren yolculuğumun başlangıç noktası oluyor sadece. Her zaman beni etkileyen yapısı sebebiyle Haydarpaşa’yı özellikle seçtim tabi ki.

Vakti gelince tren istasyondan hareket ediyor. Bu yolculuğu farklı şekillerde çok kez yaptım ama bu kez çok daha heyecanlıyım. Acaba değişen bir şey var mıydı? Aklımda neler kalmıştı? Kendime bu soruları sorarken ineceğim istasyonu geçirmeden inebildim.

Göztepe tren istasyonundayım artık. Burasıda Haydarpaşa’nın yapılmasının ardından başlayan demir yolu inşaatı zamanında yapılmış. Küçük bir yapı ve etrafındaki binalar tarafından sarılmış bir istasyon. Sadece burayı kullananların dışında kimse buranın farkında değil sanki. Önünden geçen araçlar bu istasyon ile birlikte yapılan köprüyü kullanıyor. İstasyona uğrayan trenlerin yoluna devam ettiği bir tünel aynı zamanda. İstasyonun en güzel özelliği bu tünelin üstünde olmasıdır. Rayların üstüne kurulmuş bir istasyon daha var mı? Bilmiyorum tabi ki.

İstasyon çıktıktan sonra karşıya geçip raylara paralel olan yoldan yürümeye başlıyorum. Bir anaokulu ve liseyi geçtikten sonra yol kendiliğinden sağa doğru dönüyor. Soldaki ilk sokak olan Dr. Zeki Zeren Sokağına giriyorum. İleride sokağın kenarında bulunan iki zürafa heykeli beni selamlıyor. 17 numaralı kapıdan içeri giriyorum.  İşte geldim “İstanbul Oyuncak Müzesi”ndeyim artık. 23 Nisan 2005 tarihinde 4 katlı tarihi bir konakta açılan müze her zamanki gibi sizi kendi atmosferinin içine alıyor.


Girişte sizi Keloğlan ve Nasrettin Hoca karşılıyor. Kapıdan girince solda Tuncay Terzihanesinden kalanları görebiliyorsunuz. Sunay Akın’ın aynı isimli kitabını okuyanların hikayesini bildikleri kırmızı ceket orada duruyor. Müzenin kurucusu Sunay Akın’a her zamanki gibi teşekkür ederek yolculuğuma başlıyorum.

Müzede benim gibi 90’lı yıllarında çocukluk dönemini yaşayan herkesin oynadığı oyuncaklar ve çok daha eskileri mevcut. Bazı oyuncakların üretim tarihini okuyunca inanamayacaksınız. Oyuncakların hikayelerini okuyarak ve öğrenerek güzel bir zaman geçireceğinize şüphem yok. Odaların hepsi belli bir temaya göre düzenlenmiş. Müzenin her yerinde sizden bir şeyler var, her yerinde hayallerin bazen hüzünlü bazen mutlu sonları var.  Size önerim müzeyi gezmeye en üst kattan başlayın ve en alt katta bitirin. Çünkü orada çok keyifli bir mola verebilirsiniz. Müzedeki gezintimden bazı notlarla size müzeyi anlatmaya başlamanın vakti geldi artık.

Giriş katında ilkokula başladığım zaman okuduğumuz “Cin Ali” serisini görünce birinci sınıf sıralarına dönüyorum. İtfaiye arabaları ve daha bir çok oyuncak ile zaten artık bir çocuğum.


Müzede benim en sevdiğim yer olan Uzay Odasındayım. Burada aya iniş yapan Apollo 11’e ilham kaynağı olan oyuncak bulunuyor. Burada bulunan oyuncakların hepsi ABD’de yapılmış neredeyse. Bir tanesi var İstanbul’da bir babaannenin el emeği. Ama onun sonu da torununun istediği gibi bitmemiş. Sunay Akın’ın “Ay Hırsızı” kitabını okuyanlar bildiği bir hikaye. Astronot olmak isteyen bir çocuğun uçan dairesini korumak için babaannesi bir kılıf yapar. O uçan daire burada sergilenmektedir  ama o çocuk İstanbul’da bir minibüs şoförüdür sadece. Hayali olan bir çocuğun hüzünlü hikayesidir burada sizi bekleyen. Bu durumu en güzel bu söz özetler: "Biz çocuğumuzun hayallerinde uzaya yer vermezsek ondan uzaya çıkmasını nasıl bekleriz?"

Hayallerin ne kadar önemli olduğunu müzenin her yerinde anlayabiliyorsunuz. İlk hidrojen balonu da hayallerinin peşinden koşan Jacques Charles tarafından 27 Ağustos 1783 tarihinde bulundu. Herkes hayallerine sıkıca tutulmalı öğüdünü veriyorlar. 


Çok tanıdık bir isimde karşımıza çıkıyor: Muhammed Ali ( Cassius Clay). Muhammed Ali bisikleti çalınınca gittiği karakolda bulunan komiserin yönlendirmesi ile tanışıyor boks ile. Ardından ringlerin unutulmayan efsanesi oluyor. Hayatın bize neler getireceğini bilemeyiz her zaman. Bu da Sunay Akın'ın "Ay Hırsızı" isimli kitabından bize bir öğüt.

Mona Lisa bebeği.  Evet ünlü tablo Mona Lisa’nın orijinaliyle aynı olan heykeli. En küçük ayrıntısına kadar düşünülmüş ve tek örneği Oyuncak Müzesinde.


Latin alfabesinin kabulünün ardından Milli Eğitim Bakanlığınca hazırlanan ilk alfabe kitabı.


Türk futbolunun yetiştirdiği en büyük futbolculardan olan taçsız kral Metin Oktay’ın çocukluk dönemine ait bir fotoğrafta müzede yer alıyor. Dünyaca ünlü yaşayan futbol efsanesi Pele imzalı bir topta var müzede.


Teknolojide var olan gelişmeleri de görebiliyorsunuz müzede. Kendi mesleğimle alakalı olarak eski bir iletişim aracı olan telgraf makinesinin oyuncağını da görebilirsiniz.  Toplu taşımanın atların çektiği tramvaylarla başladığını müzede gördükten sonra hayal edebilirsiniz.



Sizin mola verebileceğiniz çok güzel bir mekanda düşünülmüş. Dekorasyonundan mutfağına kadar her şey gerçekten hayal ettiğiniz gibi. Burada oturup sohbet etmenin zevkine her yerde varamazsınız. Çünkü orada konunuz yine çocukluğunuz. Lavabolara giderken bir deniz altına gireceksiniz. Kaç kişi bir deniz altı gördü şimdiye kadar?



Daha bir çok oyuncak var size anlatabileceğim ama müzeler ziyaretçileri ile yaşar ve bir müze hayatınıza sadece onu ziyaret ettiğin zaman bir değer katar.

"Gerçeklerden önce hayaller gelir. Bu yüzden oyuncak müzeleri geleceğini önemseyen yarınlarına değer veren toplumlarda çıkar karşımıza." diyor Sunay Akın. Geleceğine önem veren ve çocukluğuna bir zaman makinesinde olduğu gibi dönmek isteyen herkes  ziyaret etmeli bu müzeyi.

Müze bu yüzden ziyaretçilerini bu sözle davet ediyor: “Kapısından girerken; bir elinizden çocuğunuz, ayrılırken de diğer elinizden çocukluğunuz tutacak!”

Not: Müzeleri gezerken fotoğraf çekme yasağına her zaman uyalım. Paylaşılan fotoğraflar İstanbul Oyuncak Müzesi resmi facebook sayfasından alınmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder